ZAYIFLAMA TRENDLERİ:GERÇEKTEN İŞE YARIYOR MU?
Son yıllarda özellikle sosyal medyanın etkisiyle birbiri ardına ortaya çıkan “zayıflama trendleri”, çoğu zaman hızlı sonuç vadetse de sağlık açısından ciddi riskler barındırabiliyor. İnsanlar hızlı zayıflama uğruna sağlıklarını ve yaşamlarını tehlikeye atabiliyorlar. Peki bu trendlerin ne kadarı bilimsel, ne kadarı pazarlama stratejisi?
1. Zayıflama İğneleri
İştahı bastıran, tokluk hissi veren ve kan şekerini dengeleyen bu iğneler, özellikle sosyal medyada “mucize çözüm” gibi lanse ediliyor.
Sosyal medya etkileri, günümüz toplumundaki estetik eğilimleri büyük ölçüde şekillendirir. Bu etkilere dayalı estetik cerrahi operasyonlara talep artmıştır. Cerrahi alanın ötesinde, bu etki halkın farmasötik tercihlerine kadar uzanır.
Zayıflama iğneleri başlangıçta Tip 2 diyabet tedavisi ve boy-kilo indeksi 30’dan büyük (obez) insanlar için onaylandı, ancak son zamanlarda özellikle ABD’de bir kilo verme ilacı olarak popülerlik kazandı. Bu iğneler, iştahı bastıran ve mide boşalmasını yavaşlatan bir hormonu taklit ederek çalışır. Bu iğneler kullanıldıktan sonra hızlı kilo kaybıyla beraber yüz yağı kaybı nedeniyle yüz derisinde sarkma, cılız bir görünüm oluşturur.
Zayıflama iğnelerinin reçete dışı kullanımı, sosyal medya ve çok sayıda medya kuruluşu tarafından giderek daha fazla duyuruldu ve yüceltildi.
Ancak şunu unutmamak gerekiyor:
-Etkin maddeler yalnızca doktor kontrolünde ve belirli kriterlerde kullanıldığında faydalıdır.
– Yan etkileri arasında mide bulantısı, kabızlık, safra sorunları ve hatta kas kaybı gibi ciddi riskler olabilir.
– İlaç bırakıldığında geri iştah artışı ve verilen kilonun tekrar alınması oldukça yaygındır.

2. Ketojenik Diyet
Ketojenik diyetin temel dayanağı, diyet karbonhidratlarının değişen protein ve yağ seviyeleriyle çok düşük tutulmasıdır. Klasik ketojenik diyet, vücut ağırlığının kilogramı başına 1 gram protein, günde 10-15 g karbonhidrat ve yağdan kalan kalori içeren bir diyet olarak tanımlanır.
Ketojenik diyet, aslında epilepsi hastalığının tedavisi için kullanılır. Zayıflatma etkisi de görülür fakat bu kilo kaybının arkasındaki kesin mekanizmalar belirsizliğini koruyor.
Karbonhidrat alımının azalmasıyla, vücudun beyne glikoz sağlamak için artan miktarlarda glukoneogeneze (karbonhidrat dışı moleküllerden glikoz üretimi) maruz kalması gerekeceğidir. Glukoneogenez pahalı bir metabolik süreçtir. Teorik olarak, karbonhidratları kısıtlamak glikoz depolarını tüketir ve glukoneogenezi artırır.
Ketojenik diyetin kilo verdirmesiyle ilgili kanıtların ketojenik diyetten kaynaklanan kilo kaybının kısmen su kaybına atfedilebileceğini gösterdiğini not etmek önemlidir. Ketojenik diyet çalışmalarında sürenin uzunluğuna bakmak önemlidir, çünkü dramatik kilo kaybı vücuttaki serbest su kaybından kaynaklanıyor olabilir.
Bu diyet kısa vadede kilo kaybı sağlayabilir ama uzun vadede sürdürülebilirliği düşüktür. Ayrıca bağırsak sağlığı ve hormon dengesi üzerinde olumsuz etkiler oluşturabilir.
3. Detoks Çayları ve Zayıflama Kürleri
“Ödem atıcı”, “göbek eriten”, “3 günde 5 kilo verdiren” gibi iddialarla pazarlanan detoks çayları ve kürler, özellikle sosyal medyada ve influencer’lar aracılığıyla sıkça karşımıza çıkıyor. Genellikle içeriğinde yeşil çay, sinameki, biberiye, zencefil, maydanoz gibi bitkiler bulunuyor.
Asıl gerçek şu ki; vücudumuzun detoks sistemini karaciğer, böbrekler, bağırsaklar ve cilt zaten doğal olarak gerçekleştirir. Sağlıklı bir bedende “toksin birikimi” diye somut, ölçülebilir bir durum yoktur. Bu çaylar çoğu zaman idrar söktürücü (diüretik) ya da bağırsak boşaltıcı (laksatif) etkileriyle sadece su kaybı sağlar. Bu da tartıdaki geçici düşüşleri “yağ yakımı sanma” yanılgısına neden olur.
Uzun süreli kullanımlarda:
Elektrolit dengesizlikleri
Bağırsak tembelliği
Kas kaybı
Hormon dengesizlikleri
Adet düzensizlikleri
gibi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Bu ürünler genellikle bilimsel onaylı değildir ve kişiye özel sağlık durumu gözetilmeden pazarlanır. Özellikle sinameki içeren karışımların uzun vadede bağırsak tembelliği yapması çok yaygındır. Ayrıca besin emilimini azaltarak bağışıklık sistemine de zarar verebilir.

4. Glutensiz Beslenme
Gluten, buğdayda bulunan bir proteindir. Çölyak, gluten hassasiyeti veya otoümmin hastalıkların tedavisinde beslenmeden gluten çıkarılır. Herhangi bir hastalığı olmayan bireyler glutenin ‘ödem tuttuğu’ veya ‘kilo aldırdığı’ inancıyla hayatlarından çıkarma kararı alıyor.
Bu aslında yanlış bir karar. Sağlıklı bireylerde gereksiz glutensiz beslenme, lif ve bazı vitamin-mineral eksikliklerine yol açabilir.
Uzun süreli glüten kısıtlaması, beslenme eksikliği ,kardiyovasküler sorunlar ve organizmada ağır metallerin birikmesi de dahil olmak üzere birçok sağlık riskine neden olabilir. Glutensiz diyetler lipitler, şekerler ve tuz bakımından zengindir ve normal bir diyete kıyasla daha yüksek enerji alımı sağlar. Glutensiz diyetler obezite, dislipoproteinemi, insülin direnci, metabolik sendrom veya ateroskleroz dahil olmak üzere daha da fazla sağlık sorununa katkıda bulunabilir.
SONUÇ OLARAK
Kısa vadeli çözümler değil, sürdürülebilir alışkanlıklar odak noktamız olmalı. Bireyselleştirilmiş bir beslenme planı, bedenin biyolojik ritmine ve yaşam koşullarına göre şekillenmelidir. Trendlerden ilham almakta sakınca yok, ancak bilimsel filtreden geçirmeden uygulamaya koymak hem zaman hem sağlık kaybına neden olabilir.
KAYNAKÇA
https://academic.oup.com/asj/article/44/1/60/7218900
https://www.jprasurg.com/article/S1748-6815(23)00214-0/abstract
https://periodicosbrasil.emnuvens.com.br/revista/article/view/30